MERHABA
YOLCULUKLAR
FARKINDALIK YOLCULUĞU
YOLCULUĞUNUZU GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN
REHBER
YOLCULUĞUN ÇAĞRISINA KULAK VER
6 Şubat 2023 05:30 ’da Malatya’daki teyzemin aramasıyla uyandık. Deprem olduğunu, ulaşamazlarsa iyi olduklarını söyledi. Sesinden ne kadar korkmuş olduğu çok belliydi. Tabii sabah kalkar kalkmaz durumun nasıl olduğunu anlamaya çalışırken televizyonu açtık. Maraş merkez yazıyor, Gaziantep merkez yazıyor, Adıyaman vs.. farklı iller. İçişleri Bakanı’ nın geçtiği uluslararası yardım çağrısı ile çok zor günlerin beklediği belliydi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken telefonu elime aldım. Whatsapp da haliyle erken bir saat olması nedeniyle sessizlik vardı. Twitter da ise enkaz altındaki tweetler paylaşılmaya başlandı. İki büyük deprem yaşadım. İkisinde de böyle bir manzaraya denk gelmemiştim. Bu tweetler gerçek mi ne yapmak gerekiyor diye düşünürken AHBAP enkaz altındaki tweetlerin kendilerine atılabileceğini yazdı. Böyle durumlarda nasıl bir iletişim kurulacağını dahi bilmiyoruz. Ne kadar düşündürücü. Derken 08:00 gibi enkaz altından paylaşılan bu tweetlerin yarısının sahte olduğu ortaya çıktı. Bu nasıl bir mantık akıl almıyor. Saat 07:00 civarı Wp de inanılmaz bir mesajlaşma başladı. Kimilerinin yakını enkaz altında. Ne yapabileceğini soruyor. Kimileri yakınlarına ulaşamıyor. Daha önce yaşadığım iki büyük depremde ilkinde sosyal medyanın olmaması nedeniyle iletişim kısmında hiç yoktum. İkinci deprem İzmir depreminde yıkımın olduğu bölgeden sadece 5 gün önce hiç istemeyerek taşınmıştım. Uzun süre etkisinden kurtulamamakla birlikte TV ye vs.. bakmadım. Nasıl yansıdığını bilmiyorum. Bu depremde de depremzedelerde aynısını gördüm. Onların ne izleyebilecekleri Tv’ si ne interneti vardı. Ne de psikolojileri. Yaşadıkları acı onlara fazlasıyla ağırdı. İzmir depreminde bile insanların ne kadar yalnız kaldıklarını ve dayanışmanın gücünü gördüğüm için bu kadar büyük bölgeye dağılan bir deprem için yapabileceğim tek şeyin sakin kalarak yardımlara odaklanmak olduğunu düşündüm.
Yaklaşık 1 hafta boyunca genel olarak sadece enkaz altındakilerin paylaşımlarını yaptık. Yapılan paylaşımlarda enkaz altından kurtarılanlar oldu. Kimileri bu paylaşımlara 2 hafta kadar odaklandı. Bir hafta sonra artık ihtiyaçlar belirmeye başladı. Çadır, gıda, hijyen, vs.. Bütün gruplarda gezen kopyala yapıştır taleplerin ne kadar doğru ve güncel olup olmadığı ile ilgili hiç tanımadığım bu kişileri aramaya başladım. Bir taraftan da konuşmaya ne kadar ihtiyaç duyduklarını tahmin edebiliyordum. Bu yüzden arama yaparken “Geçmiş olsun. Ne eksik” diye teyit edip kapatmak yerine onları dinledim. Her dinlediğimde ne kadar konuşmaya ihtiyaç duyduklarını gördüm.
Bu arada bu eksikleri derleyip toplayıp mesaj yazarak gruplarda paylaşmaya başladığımda gelen dönüşlerle hiç tanımadığım kişilere yine tanımadığım kişilerin desteğiyle birçok çadır, gıda, soba, hijyen malzemeleri, kıyafet, su ve hatta kimi zaman konaklama, burs gibi yardımlar sağladık. Özellikle temel ihtiyaçlardan bir türlü çıkamadım. Açık o kadar fazlaydı ki bizim gücümüzün hepsine yetme şansı yoktu.
Temel ihtiyaçlarla ilgili gruplarda denk geldiğim hiç tanımadığım iki kişinin çok desteğini gördüm. 2 hafta sonrasında sohbet etmeye başladığımızda birisinin Gölcük depreminde kendi ailesinden 60 küsur kişiyi kaybettiğini diğerinin ise Van depreminde 4,5 ay sahada kaldığını, bu depremde ise Malatya’ya ilk giden kişilerden biri olduğunu öğrendim. Yani düşenin halinden düşen anlıyor diye boşuna dememişler. İnsan yaşamadığı bir acıya üzülebiliyor ancak anlayamıyor.
İnsanları dinlemeye başladığımda ismini hatırlayamadığım anne baba ve abisini enkazda kaybeden genç bir kadının annesine depremden bir hafta önce “anne sana bir şey olursa ben ne yaparım” dediğini, her şeyi annesine danıştığını anlatırken “Bu söyleyeceğim size tuhaf gelebilir belki annemi arıyorum açmıyor” sözleri ile depremde kuzenleri ile beraber yakınlarını kaybeden genç bir kızın depremden bir hafta önce şehrine geldiğini kuzeninin sınavları nedeniyle görüşmek için haber beklediğini, görüşemediğini ve depremde kaybettiğini anlatırken “Bu size tuhaf gelebilir belki kuzenime mesaj atıyorum cevap yazmıyor” dediği cümleler sözün bittiği yerdi. Sadece sustum ve dinledim. Bazen susmak en iyi iletişim yoludur. Bu gibi durumlarda anlatmaya o kadar çok ihtiyaçları var ki her telefonun “Çok teşekkür ederim. Beni dinlediniz. Burada kimseyle konuşamıyoruz. Herkesin acısı kendine ağır” dediklerini hiç unutmadım.
Yaşadıkları şoku atlatmaları bir ay sürdü. Sonrasında kabullenme, yas evreleri vs.. hepsi birbirinden farklıydı.
Depremin 3. ayıydı sanırım. Enkazdan 50 küsur saat sonra kurtarılan enkaz altında annesi ve kız kardeşiyle birlikte kalan onları kaybeden, kaybedene kadar konuşan genç bir çocuk enkaz altında geçirdiği anları anlatırken kalbimin gerçek anlamda sızladığını hissettim. Konuşmanın sonunda “Bu saatten sonra hiçbir şey canını bu kadar yakmayacak” dediğimde “Bu cümlenin aynısını beni bu şehirden çıkarmaya çalışan amcama söyledim” demişti. Bu insanları en lüks malikanelere koysanız bütün hayatlarını muhteşem güzelliklerle örülü olanaklarla taçlandırsanız hiçbir zaman hayatlarındaki eksik dolmayacak. Dolamayacak. Bu acının gerçekten tarifi yok.
Bir arkadaş bir depremzedenin konuşmaya ihtiyacı olduğunu söyledi. Depremzedeyle görüştüm. Yaklaşık 1,5 saat. Ne kadar fayda sağlayabildiğime emin olamadım. Kimileri kendini açmak istemiyor ve saklıyorlar. Benden sonra arkadaşı arayıp “70 gündür başıma gelen iki güzel şey var. Birincisi seninle tanışmak ikincisi Nihal’le. Bizim gıdadan ziyade buna ihtiyacımız varmış” demiş. Bu gibi olağanüstü durumlarda ve hatta kayıplarda hiçbir şey yapamazsanız dahi bir insanı aramak, sadece dinlemek çokça etki yaratır.
Birçok insan beni psikolog ya da psikiyatrist zannediyordu. Hepsine olmadığımı anlatırken beni onların gözünde farklı kılanın sadece iyi bir dinleyici olmuş olduğumu fark ettim. Bir depremzede şöyle demişti “Bize yardım getirenler yardımları bırakıp gidiyor. Hiç sormuyorlar iyi misiniz diye”. Bu yanıtın benzerleri farklı depremlerde de yaşanıyor.
Bir depremzede ise şöyle özetlemişti” Para göndermek en kolayı. Siz bizim için en değerli olan zamanınızı harcıyorsunuz”. İnsanları değerli hissettirmek, şefkatle yaklaşmak o kadar önemli bir detay ki çoğu zaman her şeyin maddiyatla çözülebileceğine inanıp gönlümüzü ferahlatacak bir tutarla hikayeden çekilebiliyoruz. Oysaki farkında olsak da olmasak da o hikayeyi birlikte yazıyoruz.
Yine gruplardan bir kişi elinde gıda kolisi olduğunu ve aile aradığını yazdı. Ben de paylaşımlara gelen dönüşle bir aile bilgisi ilettim. Koliyi gönderen çocuk akşam bana yazdı “Abla hiçbir şeyleri yoktu. Hiçbir şey” . Bu cümleyi anlamaya çalışıp soru sorarken bana evin resmini attı. Ev olarak lanse edilemeyecek bir alanı kiralamışlar. Evin içinde hiçbir şey yok. Ne kanepe, ne tv, buzdolabı, çamaşır makinesi, mutfak gereci hiçbir şey. Kolinin içindeki yumurtaları dahi pişirebilecek gereçleri yoktu. Hikayeleri ise şöyle: Depremde evleri yıkılıyor. Sokakta kalıyorlar. Kalacak yer olmayınca Ankara’ ya gidiyorlar. Ankara’ da kalacak yer bulamayınca İstanbul’a . İstanbul’da kalacak yer bulamayınca karakola gidiyorlar. Bir gece orada kaldıktan sonra yurda yerleştiriliyorlar. Tabii yurtlar da artık yüz yüze eğitime geçilecek başınızın çaresine bakın deyince 3000 TL kirayla burayı tutuyorlar. Çoluk çocuk hiçbir şeyleri yok. Depremden önce kağıt toplayarak geçimini sağlayan bir aile. Bir şekilde 2 hafta içerisinde onlara ev eşyaları tedarik ettik. Daha sonra geçinemedikleri için memleketlerine dönmek durumunda kaldılar birçok depremzede gibi. Hala ara ara yazar ya da arar. Bir gün bana “Abla Allah razı olsun. Hakkını helal et. Senin yardım ettiğin eşyaları kullanıyoruz “ dedi. Nereden nereye. İstanbul’daki eşyalar bambaşka bir şehirde yerini buldu.
Depremde evini kaybeden birisi kardeşine yatılı okul aradığını yazdı. Kardeşinin de okulu yıkılmış. Hayvanları var. Köyde yaşıyorlar. Orayı terk edemeyeceklerini belirtti ancak kız kardeşlerinin okumasını istiyordu. Başka bir şehirde yatılı okul ayarladık. Ayarlayan kişi bana “Sen hiç sokakta kaldın mı” diye sordu. Ben de “Hayır “ dedim. “Ben kaldım. Sokakta kalmak çok zor. Bu yüzden yardım edeceğim” dedi. Ve yerleştirdi.
Bir gün gönüllü bir arkadaşla sohbet ederken dinlediğim, yardımcı olduğum insanların bir kısmıyla taban tabana zıt olduğumu fakat bunu hiçbir zaman kendi içimde problem yaratmadığımı konuşurken “insan olarak yaklaştığımı” söylemişti. Ne zaman ki siyasetin araya girmesiyle beraber insanlar hiç beklenmedik bir tavırla depremzedeleri ötekileştirdi. Hükümet zaten olması gerektiği gibi yanlarında değildi. Muhalefet de onları siyasi olarak etiketlediğinde hem AKP’ye hem de muhalefete oy veren her depremzedenin ağırına gitti. Çaresizliğe terk edildiler.
“Deprem ve Siyaset” isimli bir yazı yazmıştım. O yüzden bu konunun detaylarına tekrar girmeyeceğim. Okumak isteyenler olursa linkini aşağıda bulabilirsiniz.
https://www.nihalleyolculuk.com/yasam-yolculugu--deprem-ve-siyaset.html
Ve gelelim gönüllülere. Kendi adıma 4 ay sadece hayatımda deprem vardı. Eğer kaynak bulabilseydik her şeyi bırakıp 2 yıl insanlara destek olabilirdim. Uzun bir süre gönüllü olan işini gücünü bırakıp bütün zamanını gönüllü olarak harcayan kişilerin de hep acıklı hikayeleri olduğunu gördüm. Ya travmalar, ya kayıplar, hastalıklar daha önce yaşanan büyük depremler, memleketi deprem bölgesi olanlar, bizi harekete geçiren aslında kendi yaramıza dokunan acılar gibiydi. Bu acılar gönüllülerin tarih yazmasını sağladı. Bana göre gönüllüler tarih yazdı. Bir de hem depremzede olup hem gönüllü olanlar vardı ki onların hayata tutunma çabaları herkesten daha güçlü ve kıymetliydi.
Bir depremzedenin kurduğu şu cümleler düşündürmüştü. ” Biz bu depremi hak ettik. Daha önce deprem oluyordu. Tv de izliyorduk. Hiç anlamıyormuşuz. Bir kuruş yardım etmedik. İnsan başına gelmeyince anlamıyor”. Yine başka bir depremzedenin İsrail Filistin savaşıyla ilgili “Savaşı izlerken o kadar üzülüyorum ki aklıma yaşadıklarımız geliyor. Biz de savaş alanında gibiydik. Daha önce izlerdik sanki hiç olmuyormuş gibi gelirdi. Şimdi o kadar iyi anlıyorum ki. Biz de aç kaldık, sokakta kaldık. O çaresizliği yaşadık”.
Keşke tüm bunları yaşamaya gerek kalmadan sarılabilsek ihtiyaç duyulan yaşamlara…
Özetle
Hatay: En fazla yıkımın, acının, çaresizliğin yaşandığı öteki şehir
Maraş: Her ne kadar Hatay’a yönelse de insanlar, bazen Maraş’takilerin bizi kimse konuşmuyor derken ağlamaklı seslerini de unutmak mümkün değil.
Adıyaman: Üvey evlat gibiydi. Adıyaman bitti. Fakat nedense hiç konuşulmadı. Bazılarının mezarlarda yer kalmadığı için insanlar cenazelerini bahçelerine gömüyor dediklerini hiç unutmadım. Unutamayacağım da.
Malatya: Ağır hasar fazlaydı. Geneli oldukça kötü etkilendi. %80’i bitti. Ölü sayısı Adıyaman’a göre daha azdı. Fakat Malatya da iyi değildi. Onu da konuşmadık.
Gaziantep: Sadece belli bölgeleri ağır hasar aldı. Ancak ben bile nedense 1 ay kadar Gaziantep’in genelinin çok etkilendiğini düşündüm. Orada da yıkımların olduğu bölgeler oldukça kötüydü. Nispeten diğer bölgelere göre daha çabuk toparlandı.
Adana ve Osmaniye: Diğer şehirlerin yanında çok daha iyiydi. Fakat orada da evleri hasarlı ya da yıkılan insanları dinlediğimde acının renginin aynı olduğunu gördüm.
Deprem birçok şeyi öğretti. Her depremzede depremi aynı yaşamıyor. Deprem olduğunda kendi bölgesi dışında bilgi sahibi olan insan sayısı anladığım kadarıyla fazla değil. Enkaz altından çıkanla evi hasarlı olan ,evi yıkılan, hasarsız olan, yakınını kaybedenle kaybetmeyen bir değil. Deprem bölgesini terk edenle etmeyen de bir değil. Psikolojik olarak depremden önce yaşananlar da depremin kişi üzerindeki etkisini oldukça fazla etkiliyor. Travmalar tetiklenebiliyor.
Diğer taraftan kimileri eşinin cenazesini bırakmak kimileri evini terk etmek kimileri hayvanlarını, eşyalarını bırakmak istemedi. “Öleceksem memleketimde öleyim” dedi. Bazıları kanser hastası olmasına rağmen konaklama ve tedavi seçenekleri sunmamıza rağmen şehrini bırakmak istemedi. Saygı duyduk. Ne denilebilir ki. Bu insanlara neden böyle düşünüyorsunuz gibi yaklaşımlar oldukça yanlış. Herkes başka bir ruh haliyle deneyimledi süreçleri.
Tüm bunların ötesinde hangi görüşte olursanız olun yalnız bırakılmak insanın ağırına gidiyor. Biz hangi ara bu kadar kötü bir toplum olduk bilmiyorum.
Hala kaldırılamayan enkazlar. Yakınlarının ne ölüsüne ne dirisine ulaşamayanlar. Çadırda yaşayanlar. Çaresizlik, yalnızlık, ötekileştirme ve unutulanlar. O kadar çok şey yazıldı ki tabii herkes almak istediğiyle ayrılıyor.
Bugün tıpkı bir yıl öncesi gibi tüm bedenimle o günleri hissediyorum. Ne söylesek kifayetsiz. Anlatacak o kadar çok konu ve çıkarılacak dersler var ki belki bir gün kitap olarak yazacağım. Bilmiyorum.
Yakınlarını kaybeden herkese başsağlığı, sabır ve metanet diliyorum. Toprakları bol olsun. Işıklar içinde uyusunlar. Sahip çıkamadığımız tüm hayatlar bize ders olur mu derseniz şimdilik aksi görünüyor. Böyle durumlarda her sustuğumuzda daha fazla konuşmamız gerekiyormuş gibi geliyor. Konuşsak da giden hiç kimse yerine gelmeyecek. Sadece daha fazla insanı kaybetmemek için harekete geçmiş olacağız.
Keşke 6 Şubat’ı hiç yaşamamış olsaydık.
UNUTMADIK ! UNUTMAYACAĞIZ !!
Nihal EFE
06.02.2024